25 Aralık 2015 Cuma

Empati Üzerine


Wim Mertens-Iris


        Bu sefer müziği yazıyı okurken güzel gider diye düşündüm, o yüzden koyuyorum. Biraz format değişikliğine gidiyorum, deneyselciliğimle ilerliyorum :)

      Empati Üzerine
 
      Final dönemi, sıkıldım heralde ben de dahiliye dersinden inciler ile karşınızdayım Jimmycimler. Dahiliye dersi de çok kıro geldi yazarken; "Internal Medicine" ne cool duyuluyordu oysaki. "Empati kurduğunu hastaya nasıl ifade edersin" üzerine yazılmış bir bölüm.  Empati kurmak değil de empati kurarmış gibi gözükmek resmen. Olaya bak ya, hani sırf bunu söyleyince hasta rahat eder diye söyleyeceksen söyleme zaten. İlk hastalarında odun olursun, zaten hasta ağzına sıçar. Yavaş yavaş deneyimleyerek öğrenirsin zaten nasıl davranmak gerektiğini. Dersin ki ben hödük gibi hastaya "kansersin hacı" deyince bak hasta bir anda aşırı duygusal tepki verdi, üzüldü. Sonraki hastaların için dersin ki ben bunu yapmayayım iyi değil, insan kırıyorum. Ben böyle şeylerin çalışılmasına şahsen karşıyım, yani insan duyguları olabildiğince doğal kalmalı; olabildiğince saf yaşanmalı. Bu şekilde doktor adaylarına verilen bir "empati dersi" ileride hastalandığımda (mum dibine ışık vermez) benim şahsen karşımdaki doktora olan içtenliğimi etkileyecektir. Evet çok fazla bilginin, deneyimin hızlı bir şekilde sözlü yada yazılı paylaşılabileceği bir dönemde yaşıyoruz, ama günümüz insanlarının genel sorunu bu: deneyimlediğimizi sandığımız iyi ya da kötü bir sürü duygu var hayatta ve biz bu duyguların çoğunu deneyimlemeye, bu renkleri tuvalimize almaya korkuyoruz. Mavi ne biliyoruz belki ama koymuyoruz onu resmimize, mavi ile yüzleşmek korkusu biraz. Aslında hatalarımızla tecrübe etmemiz gereken şeyleri tıpkı buradaki gibi başka yollarla öğreniyoruz. Hata yapmaktan korkuyoruz , hata yapmamak için uğraşıyoruz ama bunları hata olarak görmek bir zayıflık. Ben hatalarımla varım, hatalarımla varolacağım diyebilmek bir erdem. Önemli olan hata yapmak, ama hatalarından ders çıkarmak, ilerlemek ama hep ileriye. Hatalı olduğumuzda bunun farkına varabilmeliyiz ve karşındaki insan yerinde bizimde olabileceğimizi bilmeliyiz (bu kısım empati biraz). Bu aklıma şu "Yumurta" hikayesini getirdi yazının sonuna yapıştıracağım. Saflıktan uzakta çoğu duygu. Hani bir "Seni seviyorum"un bile anlamını yitirdiği bir devir, karşındakine içindekileri anlatamıyorsun bile bunu söylediğinde. En çok bu "seni çok özledim" dendiğinde ben bu hissiyatı yaşarım, yani ben daha özlemedim ama "ben de özledim yaa" tarzı bir şey yazarım genelde. Hayvan olduğum için değil yani. Ben özlediğimde genelde bir an bir olay bana insan hatırlatır, zaten yazarım da arkadaşlarıma ara ara bak böyle bir şey oldu sen aklıma geldin "özlendin" derim. Şöyle düşünüyorum, bu özledim olayında olduğu gibi, bu şekilde kelimelerin anlamlarının kaybolmasına sebep oluyoruz. Duygularına anlam olması gereken kelimeler artık sönükleşmiş, tatsızlaşmış oluyor. Böyle kalıplar var ya "ilk sen mesaj atma", "Kıskanıyormuş gibi davran" bıdı bıdı ergen kafası mesela ... Hani ne kadar yanlışlar aslında, niye mesaj atmak varken kendimizi tutuyoruz. İstediğimiz şeylerden kendimizi alıkoyuyoruz, ve ileride yaşlandığımızda diyeceğiz ki bak ben bunu yapsaydım keşke.

Bu dönem hastalarla geçirdim, aslında artık sanırım bir nevi böyle geçecek hayatımın bir bölümü (eğer istersem); ölmek ve yaşamak arasında kalan insanlarla konuşacağım. Şimdiye kadar beni en çok etkileyen hasta bir kadın vardı,eşi vefat etmiş. Hastahane şöyle bir ortam oluyor, bazen insanlar özellikle yaşlılar sırf ilgi bekledikleri için hastahaneye geliyorlar, öylesine yalandan bahanelerle. Bu kadında onlardan biriydi, bacağım ağrıyor, kalbim sıkışıyor filan fıstık. Kadın hikayesini anlattı; meğer 60 yıllık evlilermiş vefat eden eşiyle. Düşünün bir kere bunu; 60 yılınızı geçirdiğiniz bir adam/kadın var ve o kişi bir anda hayatınızdan çıkıyor. Ben kadına hayran kaldım, yapamazdım heralde hala hayata tutunuşu bile bana ilginç geldi. Dedim içimden ne kadar güçlü bir kadın. Hoca'ya şey soruyorum "Ötenazı burada legal mi?" :D Hani biz o derste hastaya şu gözle baktık, "bakın hastanın hiç bir şeyi yok sadece ilgi bekliyor", yaptığımız şey çok yanlıştı. Sürekli kadına acısını hissettiğimi belirtmek istedim ama çıkıntı kalacağı için ben bile çekindim, yani ifade ettim biraz ama daha iyi olabilirdim :) Kadınla macarca konuşmak zorunda olmasaydım büyük ihtimal hikayesini dinlemek için daha çok zaman harcardım ama o kadar da uzun boylu değilim. Şimdilik bu kadar kalsın, yazarım belki ileride birazcık daha. Yazı birazcık çiğ kaldı ama bana ne yaa:p Yazmak istedim biraz da olsa.








The Egg
By: Andy Weir
Translation: Selin Çıray

Öldüğünde evine gidiyordun.
Trafik kazasıydı. Özellikle dikkat çekici bir şey değil, ama yine de ölümcül. Arkanda bir eş ve iki çocuk bıraktın. Acızı bir ölümdü. İlk Yardım Ekibi seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptı, ama işe yaramadı. Vücudun o kadar kötü bir şekilde parçalanmıştı ki, inan bana senin için daha iyi oldu.
İşte o zaman benimle tanıştın.
“Ne... Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?”“
Durum tespiti olarak, “Öldün.” dedim. Kıvırmanın alemi yok.
“Orada bir... Kamyon vardı, kayıyordu...”
“Hı-hı,” dedim.
“Ben... Ben öldüm?”
“Hı-hı. Ama üzülme. Herkes ölür,” dedim.
Etrafa bakındın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Öbür dünya mı?”
“Aşağı yukarı,” dedim.
“Sen tanrı mısın?” diye sordun.
“Hı-hı,” diye cevap verdim. “Ben Tanrı’yım”.
“Çocuklarım... karım,” dedin.
“Ne olmuş onlara?”
“İyi olacaklar mı?”
“İşte görmek istediğim bu,” dedim. “Daha biraz önce öldün ve ailen için endişeleniyorsun. İşte bu iyi bir şey.”
Bana büyülenmiş gibi baktın. Sana Tanrı gibi görünmüyordum. Adamın biri gibi görünüyordum. Belki de bir kadın. Belli belirsiz bir otorite figürü, belki. Yaradandan ziyade edebiyat öğretmeni.
“Merak etme,” dedim. “İyi olacaklar. Çocukların seni her yönünle mükemmel olarak hatırlayacak. Sana nefret besleyecek zamanları olmadı. Karın görünürde ağlayacak ama içten içe rahatlayacak. Dürüst olmak gerekirse, evliliğin dağılıyordu. Rahatlamış hisettiği için kendisini çok suçlu hissedecek, teselli olacaksa.”
“Ha,” dedin. “Peki şimdi ne oluyor? Cennete, cehenneme, bir yerlere gidiyor muyum?”
“Hiçbiri, ” dedim. “Reenkarne olacaksın.”
“Hı,” dedin. “Hintliler haklıymış demek,”
“Bir bakıma bütün dinler haklıdır,” dedim. “Yürüyelim”.
Boşlukta yürürken beni takip ettin. “Nereye gidiyoruz?”
“Belirli bir yere değil,” dedim. “Sadece yürürken konuşmak güzel.”
“O zaman bütün bunların amacı ne?” diye sordun. “Yeniden doğduğumda bomboş bir tahta olacağım değil mi? Bir bebek. Yani bütün deneyimlerimin, bu hayatta yaptıklarımın hiçbir manası veya etkisi olmayacak.”
“Hiç de değil!” dedim. “İçinde bütün geçmiş hayatlarının bilgi birikimini ve deneyimlerini taşıyorsun. Sadece şu anda onları hatırlamıyorsun.”
Durdum ve seni omuzlarından tuttum. “Ruhun, hayal edebileceğinden çok daha mutheşem, güzel ve büyük. İnsan aklı varlığının ancak çok küçük bir kısmını içerebilir. Bu sıcak olup olmadığını anlamak için parmağını bir su bardağına batırmak gibi. Kendinin çok küçük kısmını bir kaba koyuyorsun ve çıkardığın zaman yaşadığı bütün deneyimleri kazanmış oluyorsun.”
“Son 48 senedir bir insanın içindeydin, dolayısı ile uzanıp engin bilinçaltının devamını hissedebilmiş değilsin. Burada yeteri kadar kalırsak, her şeyi hatırlamaya başlardın. Ama her yaşamın arasında bunu yapmaya hiç gerek yok.”
“Kaç kere reenkarne oldum o zaman?”
“Oho, çok kez. Çok, çok kez. Ve bambaşka bir sürü hayata.” Dedim. “Bu sefer, milattan sonra 5402ta yaşayan Çinli bir köylü kız olacaksın.”
“Bir saniye, ne?” diye kekeledin. “Beni zamanda geriye mi gönderiyorsun?”
“Yani, teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece senin evreninde var. Benim geldiğim yerde işler farklı.”
“Senin geldiğin yerde?” dedin.
“Tabi ki”, dedim, “ben de bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Ve benim gibi başkaları var. Oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, biliyorum, ama açıkçası anlatsam da anlamazdın.”
“Hı,” dedin, biraz hayal kırıklığına uğrayarak. “Bir saniye. Eğer zaman içerisinde başka başka yerlere reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle karşılaşmış olabilirim.”
“Tabi. Sürekli oluyor. Ama iki hayat da sadece kendi ömürlerinden haberdar oldukları için farkına bile varmıyorsun.”
“O zaman bütün bunların ne gereği var?”
“Cidden mi?” diye sordum. “Cidden? Bana hayatın anlamını soruyorsun? Biraz beylik bir soru değil mi?”
“Gayet akla yatkın bir soru,” diye ısrar ettin.
Gözlerinin içine baktım. “Hayatın anlamı, bu evreni yaratmamın tek sebebi, senin olgunlaşman.”
“İnsanoğlunu mu kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?”
“Hayır, sadece sen. Bütün evreni senin için yaptım. Her hayatla beraber büyüyor, olgunlaşıyor ve daha büyük bir zeka oluyorsun.”
“Sadece ben mi? Diğerleri?”
“Başka kimse yok,” dedim. “Bu evrende, sadece sen ve ben varız.”
Bana boş gözlerle baktın. “Ama dünyadaki o kadar insan...”
“Hepsi sen. Senin başka cisimlerin.”
“Bekle. Herkes ben miyim?!”
Sırtına bir tebrik şaplağı ile beraber “İşte şimdi taşlar yerine oturuyor,” dedim.
“Bütün zamanlarda yaşayan bütün insanlar ben miyim?”
“Ve yaşayacak olan, evet.”
“Abraham Lincoln ben miyim?”
“Onu öldüren John Wilkes Booth da sen,” diye ekledim.
Dehşet içinde “Hitler’im?” dedin.
“Ve öldürdüğü milyonlarsın.”
“İsa’yım?”
“Ve onu takip eden herkes.”
Sessizliğe gömüldün.
“Ne zaman birine haksızlık etsen,” dedim, “kendine haksızlık ediyordun. Yaptığın bütün iyilikleri de kendine yaptın. Yaşanmış ve yaşanacak olan bütün mutlu ve üzgün anlar, senin tarafından yaşanacak.”
Düşünceye daldın.
“Neden?” diye sordun. “Bunları neden yaparsın ki?”
“Çünkü, bir gün, sen de benim gibi olacaksın. Çünkü bu sensin. Sen benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun.”
İnanamayarak, “Ne?!” dedin. “Benim de bir tanrı olduğumu mu söylüyorsun?”
“Hayır. Daha değil. Sen ceninsin. Hala büyüyorsun. Bütün zamanlardaki bütün insan hayatlarını yaşadığın zaman, doğacak kadar büyümüş olacaksın.”
“Yani bütün evren,” dedin, “sadece...”
“Yumurta.” diye yanıtladım. “Yeni hayatına başlamanın zamanı geldi.”Ve seni yoluna gönderdim.

26 Kasım 2015 Perşembe

Bloğum kozasından çıkarken



Akıllarda Sabitlenesi


Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...
Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini
Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.
Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Yaşamak ise; "ÖLME" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini
Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır
çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi belki acı ve üzüntülerden konunabilir
ama büyüyemez sevemez değişemez hissedemez öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken
bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi özgürdür.
Leo F.Buscaglia

4 Kasım 2015 Çarşamba

Dönüşüm

Bu blog yakın bir zamanda yemek bloğuna dönüşecektir, yazayım da zorunda kalayım :D Ehehehe :D
Yok bundan tekrardan vazgeçtim çünkü yemek tariflerim benimle kalsın istiyorum, bu konuda ciddi anlamda tek el kalmak istiyorum. Ama belki spor/diyet filan blogu haline getirebilirim. Neyse yakında yazı mazı yok, çok işim var. Çok şey öğrenmesi gereken bir beynim ve bildiğin transformers'a katılması gereken bir bedenim var. Varlığım altyapı çalışması altında lütfen bekleyin.

9 Eylül 2015 Çarşamba

İdeal pilavların içinde üzüntüden uzakta


Pilav Taneleri Arasında

Kişisel tecrübelerimden ve çevremdeki insanların pilav yapışlarından sentezlediğim tarifim; evet "Ver Fırına" buna dahil.

Tane pilav yapmanın püf noktaları:

1) Büyük tencere kullanın (küçük tencereler pilav taneleri şişerken birbirlerini ezmesine sebep oluyor)
2) 1-2 kaşık tereyağını tencerede eritip şehriye kızartın (şehriye yoksa makarna filan da kırıp koyabilirsiniz, dikkat edin yakmayın kahverengileştikten sonra çabuk yanar)
3) Güzel bir pirinç alın (pirincinizin kalitesiyle doğru olantılı olacak pilavınızın kalitesi, JASMİNE'ler güzel) 
4) X bardak kadar pirinci alın, güzelce soğuk suda durulana kadar yıkayın, nişastası özgürlüğe kavuşsun (Eğer meyhane pilavı tarzı iri taneli pilav yapmak istiyorsanız sıcak suda bekletmeniz lazım sabahtan) Pirinci süzgeç tarzı bir şeyde yıkamak çok pratik oluyor.
5) Tencerede kızaran şehriyeler, elinizde de x bardak durulanmış pirinç var. Pirinci tencereye atın ve tuz ile birlikte şöyle biraz karıştırın, Tuzu kavururken atmanızda yarar var
6) 2 X bardak kadar suyu da pirince dökün(pirinç çeşidine göre, pirinci nasıl sevdiğinize göre su oranını hafif arttırabilirsiniz), kaşık ile şöyle biraz karıştırın, (Önemli nokta kaşığa yapışan pirinçleri tencerenin kenarına vurarak 5 tane pirinç için pilavınızı kötülemeyin, ya parmağınıza burarak o taneleri düşürün yada hiç uğraşmayın; pilavdaki amacınız güzel tanelenmesiyse tencereye vurarak taneleri birbirine yapıştırmış oluyorsunuz!!)
7) Suyunun tadına bakın(Deniz suyu tadı idealdir), tuzu azsa ekleyebilirsiniz, (çok az limon suyu eklerseniz pilavın daha beyaz olmasını sağlarsınız) (Bulyon ve nohut bu aşamada koyuluyor fakat tavuk suyunuz varsa sıcak su yerine tavuk suyunu kullanın)
8) Pilav şu an kapağı açık pişsin, ta ki göz göz olana kadar, suyu hafif çekilip suyu yüzeyden görünmeyene kadar pişsin
9) Ardından altını kısın, tencerenin kapağına havlu sarıp bir sürede böyle pişirin (ne kadar süre sorusunun cevabı= kaşık testi =kaşık arkasıyla tencere göbeğine çukur açıyorsunuz eğer pirinç kayması oluyorsa biraz daha beklemeniz gerek)
10) Pilav oldu sayılır kaşık testinde olumlu sonuç alınca tencereyi kenera alın ve yaklaşık 15 dakika beklemeye alın

AFİYET OLSUN 

29 Nisan 2015 Çarşamba

Çiçekin Olayım Bak bana




Çiçekin Olayım Bak bana

Çek beni çek beni çek
Fotografların arasında en güzeli ben çıkacakmışcasına
Hani altımdaki saksıyı boşver de
Yanimdaki kıytırık çiçekleri daha boşver
Ben daha güzelim, daha kokulu
Elim olsa ittirirdim diğer çiçekleri
Yalnız beni çek, yalnız benimle doldur filmini
Ben yalnız sana fotosentez yaparken, bu ayıpçılık niye?
Ben belirdim filminde ilk
Bu yandaki dangalaklarda kim?
Ay bu pencerede çok elit
Je m'appelle Çiçek, her türlü çiçek
Senin istediğin çiçek 

                                                          Edgar Allen Poem

9 Nisan 2015 Perşembe

Evdeki hispter müziğim


Nohow On- You and Me


                  
     Ya şimdi sizi güzel bir grup ile tanıştıralım. Ya böyle yaklaşık 5 yıl önce bu grubu izleme fırsatı bulmuştum. 3 tane genco düşünün ellerine ne geçerse çalıyor. Hoş bir performanstı. Arıyorum arıyorum bulamıyorum. Şu albüm kapaklarındaki tombalak çocuğuda hiç unutmam, albüm kapları gördüğüm en tatlı albümdü bu arada. Böyle youtube de filan yok, spotifyda bulduğuma da çok sevindim de şaşırdım; hani evde CDsi  hem de fake değil ama evdekinin bana yararı yok a dostlar. Öyle işte, hipsterlık maceranızda bol şanslar.

15 Mart 2015 Pazar

Efendiler inek çağdaşlıktır.


                                                     Nekropsi-Harf Devrimi 1998
                                         İ O İ Oo İ o İ Oo


       

Ön edit: Şu an  sevdiğim versiyonu Youtube'ye düşmüş... Onu koyuyorum :D

          
            Youtube versiyonu güzel değildi o yüzden ilk defa Spotify'dan link veriyorum ama spotify'ında hoş elit havası ile parçanın "Bu neyin kafası??" havası birleşince çift başlı ejderha oldu mübarek. Parçayı sevdim benden şukuyu kaptı, sizcede öyle değil mi Jimmycimler.
           Şarkının anlamsızlığı beynime yeni bir boyut kazandırdı. Hani o kadar ki ateşe tapan bir insan bulsam hemen inek hediye etmek istiyorum. Keşke Brad Pitt felan ateşe tapsa :(  Sonra ineği geri alsam, ve ineğe desem "Seni geri aldım ama seni sevmiyorum inek efendii, o yüzden seni sattım şimdide zorunluluktan geri aldım" desem. İnekte bana "Möööö"  dese ve onu sağmama izin vermezs, harika bir süper gücüm olur diye düşünüyorum, gerçi çok harika olmasa da o da bir şey yani. Kaçınızın süper gücü var bu blogu bulup okuyabilmeniz dışında? Farkında mısınız bilmiyorum ama bu bloğu sadece elit insanlar okuyabiliyor, tebrikler elit bir kesime ait olduğunuzu öğrendiniz!!. Ben biliyordum ama spoiler vermek istemedim şimdiye kadar. Neyse yazıyı kesiyorum kendinizi müziğin devrimci ruhuna bırakın. Ruhu Bırak!! İnanılamayacak şey gerçekleşiyor, mucizee bu.

31 Ocak 2015 Cumartesi

Pin for me


Organic Fun


Replaced


I wish ı was a pin-boy
Not to tell you your pin-code
Just to make you have fun

Ahh machines, machines
Dirty, sneaky, heartless machines

This joblessness going to kill me
Not because I can't earn money
Just because I don't want

                  Edgar Allen Poem

Halayın da starlık varsa, çıkacaksın o yola


Sıkılmanın Hazin Sonu


Halaybaşı Sesime Gel


Halay çeksem, duyar mısınız zılgıtımı kulak zarınızda?
Dokunabilir misiniz serçe parmağıma, serçe parmağınızla?

Bilmezdim halayların bu denli anlamlı,
Eğlenceli olduğunu
Bu kadar sıkılmadan önce

Bir halaybaşı var biliyorum
İstesen halayına katılmak mümkün
Epeyce yaklaşsalar da katılamıyorum
Çünkü ben ders çalışıyorum....

                              

                              Edgar Allan Poem

29 Ocak 2015 Perşembe

Kedi ve Kaya


Kedi ve Kaya

Credits: Işın Ekin Parlar
      Credits: Işın Ekin Parlar


Bir Kedi Gibi

Kedi gibi tüylü olsam
Pofuduklu ama kaya gibi sert 

Kedisi sert değil, kayası sert


Kaya gibi pürüzlü olsam

Pürüzlü ama okşanası bir yandan
Kayası okşanası değil, kedisi okşanası

Keşke kedi ile kaya arası bir şey olsam
Arada kalan havası değil, ama havalı olsam

Edgar Allan Poem